Açış konuşması / Mithat Dindar

EĞİTİM’İN AİLE, OKUL VE ÇEVRE BOYUTU

Muhterem misafirler! Hepinize hoşgeldiniz diyor, saygılar sunuyorum.

Bu gün “Eğitimin Aile, Okul ve Çevre Boyutu” başlıklı Sempozyum proğramı vesilesiyle burada bulunuyoruz. Proğrama ilgi duyarak katılmanızdan dolayı teşekkür ediyor, gereği şekilde faydalanmamızı C. Allah’dan niyâz ediyorum.

Niçin böyle bir proğram?

İlk emri “OKU” olan dinimizin mensupları olarak, ne acıdır ki ilim ve eğitim, ihmal ettiğimiz hususların başında yer almaktadır. Meselenin ehemmiyetini daha yeni yeni kavrayabilen kardeşlerimiz de bunun nasıl takip edileceğine dair temel prensibleri bilmediklerinden, çabalarını bir türlü verimli hale getirememektedirler. İşte biz, çalışmalarımızı verimli hale getirebilmek için bu konuda tâkib edilecek âlemşumûl prensiblerin ortaya konulacağı böyle bir proğramı hazırladık ki, dünyanın neresinde bulunursak bulunalım bu prensiplerden faydalanarak en iyi neticeleri elde edebilelim.

Müsaadenizle konuyu biraz açmak istiyorum:

Her şeyde olduğu gibi eğitimde de temel unsur insandır. Peki, bunu tâkib edecek olan kimdir? Çeşitli kuruluşlar mı, devlet mi, yoksa yine insanın bizzat kendisi mi?

“İlim”, “Eğitim” ve “Terbiye”nin ne gibi ilişkisi vardır?

Eğitimin nihâi hedefi ne olmalıdır?

Devletin eğitim konusunda ne kadar ciddi projesi olursa olsun, bu, ailenin eğitim proğramını en azından hafife almasını, hattâ hiç ilgilenmemesini gerektirir mi?

Eğitim konusunda illâki bir devlet gücünün olması şart mıdır? Ailenin, devlet gücünün olduğu veya olmadığı zamanlardaki yükümlülükleri nelerdir?

Eğitim müessesesi olan okulların illâki betonarme veya ağaç kaplamalı olması gerekli midir? Bu gibi yerler neslimiz için zararlı mekanlar ise, bu ihtiyaç nasıl ve nerelerde karşılanacaktır?

Eğitim, insan hayatının bütününü kapsayacağına göre, çocuğumuzun eğitimi için uzun yıllar para ve zaman harcamamızın ardından onu çevrenin menfî tesirlerinden nasıl koruyacağız? Çevre, duvarları ve çatısı olmayan bir okul olduğuna göre, bu okul müsbet ise nasıl koruyacağız, menfî ise müsbet hale nasıl getireceğiz?

Ayrıca, çocuğumuza zararlı şeyler öğretmeye kalkışan bir okul ile zararlı bir çevrenin ne farkı vardır ki!

Eğitim prensipleri âlemşumûl müdür? Temel prensiplerde zaman zaman değişiklikler yapılabilir mi? Şartlara göre değişebilecek eğitim prensipleri nelerdir?

“AİLE”, “OKUL” ve “ÇEVRE”yi bu durumda birbirinden ayrı tutamayacağımıza göre, sorumluluklarımız nelerdir?

Çevreden kasıt nedir? İnsanlar mı, hayvanlar mı, bitkiler mi? Yoksa, hepsi mi?

Peki, bunların eğitimle ilişkileri nedir, ne değildir?

Öyle anlaşılıyor ki, Allah (cc) bu âlemin saâdet sigortasının başına bizi bekçi kılmıştır. Şu anda her yeri karanlıklar kapladığına göre, bekçilik görevimizi lâyıkıyla yapamadığımız anlaşılmaktadır…

Bir de, “Eğitim konusunda illâki bir devlet gücünün olması şart mıdır?” sorusuna değinmek istiyorum:

Son zamanlarda, bu tip eğilimlerin bilakis Avrupa’daki gurbetçi vatandaşlarımızın arasında arttığına şâhit oluyoruz. Bu eğilimleri iki grupta toplamak mümkündür:

Bazıları “illâ okul ” diyorlar.

Diğer bazıları ise, “Önce devlet gücü, sonra diğer meseleler ve dolayısıyla da eğitim” iddiasındalar.

Bilindiği üzere peygemberimize peygamberlik 610 yılında verilmiştir. Onca zulüm ve işkencelerden sonra savaş müsaadesiyle birlikte ilk savaş 624 yılında Bedir’de cereyan etmiştir. Medine’de hâkim duruma gelen ve hemen ardından Bedir savaşını kazanan o mübârek insanları hangi devlet ve hangi devletin okulu yetiştirmiştir?!

Ayrıca, Hitler’in elinden kurtulmayı başarabilen Yahûdiler, gittikleri yerlerden (yahûdi çıkarları doğrultusunda) ses getirmeyi başarabilmişlerdir. Peki, bunları bir yahûdi devleti ve onun okulları mı yetiştirmiştir?

Bütün bunları muktedir olan bir iktidarı hafife aldığım için söylemiyorum. Konuşmamın buraya kadar olan kısmı dikkatlice incelenirse, bilakis böyle bir imkâna sahip olamayışımızın sıkıntısını hissetmek mümkündür. Ayrıca, Müslümanların böyle bir konumda olmalarının gerekliliği elbette tartışılamaz. Ancak bizler şu anda böyle bir imkândan mahrum isek ve muktedir bir iktidar nimetine ulaşmayı da istiyorsak, mevcut muktedirlerin dikenli tellerle çevrili bir alanın ortasında sakladıkları bu nîmeti bulunduğu yerden kim, nasıl kurtaracaktır?!

Aslında nâmetin elde edilmesinden sonra korunması, en az elde edilmesi kadar ehemmiyet arzeder. Daha doğrusu, nîmetin hem kazanılması ve hem de korunması için bir çok kahramanlara ihtiyaç vardır. Bu gün elimizde böyle bir nîmet olmadığına göre, hem bu nimeti kazanacak ve hem de çok kritik olan ilk günlerinde onu koruyacak olan kahramanları nerede ve nasıl yetiştireceğiz?

Medine’deki muktedir iktidar nimetini çok kritik ilk on yılda koruyabilme başarısını gösterebilen o yıldız sahâbiler nerede, hangi mekânda ve nasıl yetişmişlerdir?

“İllâki okul” diyenlere derim ki: Sübhâneke’yi doğru-dürüst okuyabilmek için okul açılmasına gerek var mıdır? Yoksa, bunca yaşımıza rağmen sadece bu duâdaki bir sürü yanlışlarımız niye?! Acabâ biz bu hâlimizle, çocuklarımızı okullar iyi bir şekilde yetiştirseler bile, ondan sonraki dönemlerinde tâkip görevimizi iyi bir şekilde yapabilecek miyiz? Ya çocuklarımıza okuldan önce âile ortamında vermemiz gerekenler ne olacak?! Daha doğrusu, kim kime ne verecek? Demek ki, bizi her fırsatta yok etmek isteyenlerin müesseselerinde çocuklarımız iyi bir insan olarak yetişecekler, sonra da onlar bizi iyi bir insan yapacaklar öyle mi?

Bu noktada çok acı, fakat ne yazık ki bir gerçeği dile getirmek istiyorum:

Bazıları “2025 yılında Türklerin Almanya’da çoğunluk olacakları” iddiasıyla âdetâ kurtuluş için o tarihi beklemeye başlamış gibi görünüyorlar!

Peki, bizim Türkiyedeki nüfusumuz şu anda ne kadar ve bizi kaç kişi idâre etmekte?! Üç “A”, üç “S” ve üç “İ” değil mi? Almanya’nın nüfusu ne kadar azalırsa azalsın, yine de dokuz beyin bulunacağına göre, biz de mevcut kafamızla kalacaksak, yine onlar çoban, bizler de sürü olmaya devam edeceğiz demektir…

Bize gelen haberlere göre Fransa, gelecekteki muhtemel nüfus değişikliğini gözönüne alarak çeşitli ırklara mensup azınlıklardan geleceğin idarecilerini yetiştirmeye başlamış bile!…

Meselâ, bizzat yaşadığım bir olayı burada zikretmek istiyorum:

Yıl 1989. Fransa’nın Colmar şehrinde görevli iken İçişleri Bakanlığından bir memur geldi. Çantasından çıkardığı bir Kur’anı açarak “Oku” dedi. Sonradan öğrendiğime göre bu kişi Cezayir asıllı imiş. Yarın, “Abdülvâhid” isimli bu şahsı aday olarak sahneye çıkarırlarsa, bu isimle, “Süleyman” isminin ne farkı var ki! Bir de, bu “Abdülvâhid”, Cezayirli meşhur bir âlimin köyünde dünyâya gelmişse, böyle bir bilmeceyi acabâ çözebilecek miyiz?..

Demek istediğim şu ki;

Böyle bilmecelerin çözüm yolları, mevcut eğitim müesseselerinde bize öğretilmiyor! Peki, biz bu yolları nerede ve nasıl öğreneceğiz?! İşte, bunun prensiplerini bu gün öyle ortaya koymalıyız ki, âlemşumûl olan bu prensipleri elde etmiş kişiler olarak dünyanın neresine gidersek gidelim, âdetâ çelik bilya gibi olan bizleri o menfi çevre eritemesin!

Saygıdeğer misâfirler!

Bu mesele öyle ciddidir ki, bir anlık gafletin oluşturduğu boşluğu kıyâmete kadar telâfî etme imkânımız olmayabilir! Bu meselenin ehemmiyetini anlayabilmemiz için dikkatlerimizi bir an Kosova olaylarının TV’lerdeki görüntülerine çevirelim:

Adetâ birbirini çiğnercesine ekmeğe hücum edenlerin arasından bir ekmek kapabilen ve gözyaşı döken bir kadın ve hemen arkasında çadırların arasında bir grup talebe ve bir öğretmen!

Neden böyle bir manzara?

Çünkü, bu insanlar ileride tekrar vatanlarına dönebilseler bile, bu gün 6 yaşında olan bu çocuklar yarın en azından 10-15 yaşında olacaklar. Bu gün 10-15 yaşlarında olanlar ise o zaman 20-25 yaşında olacaklardır. İşte, bu gibi toplumlar bu tip açıkların bir daha kapatılamayacağını bildiklerinden, şartlar ne kadar ağır olursa olsun, eğitim konusunu gündemlerinin birinci maddesi halinde tutmaya çalışmaktadırlar. Elbette doğrusu da budur.

Beni sükûnetle dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.

Ayrıca, proğramımızın verimli geçmesini Allah (cc)’dan niyâz ediyor, selam, hürmet ve muhabbetlerimi sunuyorum.

(Les deux Alpes (Fransa), 29-30 Mayıs 1999)

 

Sepetim


Alışveriş sepetiniz boş.